Bu pazar hava şahane.
9.30 da hareket dendi, ben o saatte evden çıktım.
Denizciler'den hareketle Yokuşbaşı çıkılacak ve Kızılağaç'tan Çamlık köyüne gidilicek.
BBK yola çıksa da yokuşta onları yakalarım diye umuyordum ama buluşma noktasına geldiğimde henüz yola çıkılmadığını görüyorum.
Ercü ile "maymunluk" yapmadan bir poz verelim dedik sabah sabah.
Ercü'yü böyle canlı ve neşeli görmek güzel.
Aslında hep öyledir ama bir süredir hazırladığı kitaba odaklanmış ve cok ciddi takılıyordu.
Ee, kitap yazmak ciddi bir iştir.
Başlangıcımız biraz gecikince ben de fotoğraf çekerek oyalanıyorum.
Bu arada, yeni katılan arkadaşlarla kaynaşma, eskilerle sohbetleşme sürüyor.
Konu; her zamanki gibi "bisiklet".
Galiba yola çıkılıyor.
Bu köpecik bile sıkıldı beklemekten.
Biz yola, köpecikler de bizi uğurlamaya.
Bodrum'un daracık sokaklarından..
Yokuşbaşı'nın çevre yolu trafiğine girmeden..
Bir alttaki "kademe" yoluna doğru..
Keyifli bir sürüşle başladı gezimiz.
Kademe yolunun yokuşuna girince..
Sorunlu bisikletler kendini belli etmeye başlıyor.
Onlar, Kademe yolunun dik yokuşunda debelenirken, birkaç arkadaşla birlikte Kızılağaç inişine geçtik bile.
Bodrum'dan peşimize takılan bu bisikletsever kuçu, hızımıza ayak uydurmaya çalışırken biraz yoruluyor.
Durup, ona su ve sevgi veriyoruz.
Devam etmeyip, biraz da dinlenmesine fırsat tanıyoruz.
Devam etsek, o da hemen peşimize takılıyor çünkü.
Kızılağaç girişindeki ikinci buluşma yerinde de bize katılacak arkadaşlar var.
Geride kalanları bekleyip..
Ekip tamamlanınca basıyoruz pedallara.
Çamlık yoluna girer girmez hafif bir tırmanış başlıyor.
Bu tırmanış zaman zaman dikleşerek sürecek.
Çamlık köyüne kadar grubun en sonunda sürmeye karar veriyorum.
Antrenmansız arkadaşların zaman zaman yürümelerine, zaman zaman da gökyüzündeki bulutlara bakarak kuşların cıvıltılarını dinlemelerine fırsat tanıyoruz.
Onlarla konuşan bile var aramızda.
Dikkatli dinlerseniz ne dediklerini anlamanız imkansız değil.
Çamlık'a varınca ilk işim, beyaz deve yavrusunu ve annesini ziyaret etmek oluyor.
Yavru devemiz serpilmiş ve rengi de biraz koyulaşmış.
Önce biraz tedirgin gözlerle süzüyor beni.
Sonra da çağrımı dostça kabul edip yaklaşıyor.
Dokunmama izin veriyor..
Tekrar uzaklaşıp, annesine doğru gidip güven tazeliyor.
Sanki onun onayını alır gibi..
Yeniden dost elime doğru yöneliyor.
Kokluyor..
Dokunmama izin veriyor..
Küçük bir öpücükle sevgisini sunuyor.
Biz artık dostuz.
Deve arkadaşımla oynaşmamıza son verip insan arkadaşlarımın yanına dönüyorum.
Küçük bir grup olup, köyü gezmeye çıkıyoruz.
İlk karşılaştığımız manzara bizi üzüyor.
Ekolojik köymüş.
Ne gerek var?
Kendi haline bıraksanız olmaz mı?
İnşaat sonrasında vereceğiniz zararın farkında değilsiniz.
Arkadaşlarım, bu duruma değil, bana gülüyorlar.
Her zamanki şaklabanlıklarıma..
Henüz ekolojik olamamış köy evlerinden biri.
Bu mimari dururken, iğrenç kutu evler yapacaklar yine.
Bu köy halkı, güzelliklerin farkında.
Pazardan tohumlarını alıp bahçesine ektiği çiçeklerin adını bilmese de!
Nasıl bir ekoloji zırvasına esir olduklarının bilincinde olmayan melekler.
Bundan daha güzelini mi yapacaklar?
Ya bundan?
Ya da bundan daha güzelini mi?
Bu, geleneksel evlerin güzel insanlarının fikirleri alındı mı acaba?
Kimse bu tatlı şeyin ne istediğini bilebilir mi?
İnşaat sırasında ve sonrasında, bu güzel çevrenin rahatını bozacak her türlü müdahale için, onlar adına biz de özür diliyoruz.
Ev sahibi; "Pazara götürüp satmıyoruz, elbette yiyebilirsiniz." diye erik ağacına dalmamıza izin veriyor.
Ağaca balıklama dalıyoruz resmen çünkü çok lezzetli erikler var üzerinde.
Pazarda bulamazsınız.
Birkaç gün önce mahallenin diğer köpekleriyle bir kavgaya karışmış.
O kavgada aldığı yaralar ve belki de yenik düşmüş olmanın hüznü ile biraz başı yerde güzel İvan'ın.
Doğanın ve eskilerin değerini bilen ev sahibi ve güzel köpeği İvan'a, erikler için teşekkür edip veda ediyoruz.
Biraz yukarında, uzaktan anneler gününü kutladığımız nine bizi yanına çağırıyor sohbet için.
Ninenin ve
Dedenin ellerini öpüp onlarla sohbet ediyoruz.
Dede, aşağıdaki eski evlerinin yerine yenisini yapmayı teklif ettiklerini ama buna asla izin vermeyeceğini söylüyor.
Sevgi, "Nezih, gel bak burada ilginç bir yapı var" diyor.
O ilginç yapı, artık kullanılmayan bir tuvalet.
Bir üstteki evin bahçesinde bir ekmek fırını.
Balkonda çamaşır asan ana-kız ikilisi.
Kız, biraz utangaç.
Önce fotoğraf makinesinin menzilinden çıkmaya çalışsa da..
Sonrasında, bir tabak buz gibi erikle yanımıza gelip, kadrajımıza girmekte sakınca görmüyor.
Güzel kız, bahtın açık olsun.
Güzel kızın bahçesinde tek kişilik masa.
Kızlar yorgun, kahvehaneye gidip birşeyler içip dinlenmek isterler.
Yolu biraz uzatıp,
Köy sokaklarını ve ..
Köy sakinlerini belgeliyorum.
Kendi halinde köy yaşantısını sürdüren insanlar ve hayvanlar, bizim meraklı bakışlarımıza aldırış etmiyorlar pek fazla.
Hepsi de dostça yaklaşımlarımıza karşılık veriyor.
Güzel Çamlık köyü.
Umarız güzel kalmaya devam eder.
Çaylar ve evden getirilen keklerle molaya devam.
Sürekli yokuş çıkarak gelsek de hala enerjimiz var.
Emrah, "Geldiğimiz yoldan dönmenin bir anlamı yok, Etrim-Çiftlik üzerinden dönelim." diyor.
Bana uyar.
Boynundakini bana hediye etmek zorunda bırakıyorum Hatice'yi.
Çok tatlı bu kız yahu!
Etrim'e doğru yola çıkıyoruz.
Ormanın mis gibi çam kokuları arasında..
Bu güzel bahar gününün keyfini çıkara çıkara..
Yolumuzu uzatarak..
Etrim sapağına geliyoruz.
Bizi görüp, yeni bisikletiyle aramıza karışan ufaklığın annesine soruyorum;
"Sen de bisiklete biniyor musun?" diye.
"Küçükken binerdim." cevabını alıyorum.
Onlar büyüdüler, evlendiler, çoluk çocuğa karışınca bisiklete binmez oldular.
Biz büyümedik mi?
Yolda, arabalar tarafından ezilmiş 3 kirpi ve 1 tavuk görüyoruz.
Biz hiçbir canlıya zarar vermeyen şeytan arabalarıyla yolumuza devam ediyoruz.
2 km lik Etrim yokuşu, herkesin nefesini kesiyor.
Henüz 1 km çıkmama rağmen geride bıraktığımız arazinin görünüşü şöyle oluverdi.
%8 - %12 arasında değişen bir eğimle tırmandık.
Ardından, uçarcasına iniverdik Çamlık köyüne.
Çamlık köy kahvesine uğramadan, oranın çayını içmeden geçmek olmaz.
Tatlılardan bunalmışım, tuzlu bisküvi ve ayran iyi geliyor.
Herkes sürekli tıkınıyor molalarda.
Arada da görüntü tokuşması yaşıyoruz.
Dostluğumuz her daim sevgi üzerine.
Sevgi ve ben.
Buna bir anlam veremedim!
Gelsin sodalar, gitsin çaylar, höpürdensin ayranlar.
Her köşede ayrı muhabbet.
Ayrı güzellik..
Ayrı şirinlik..
...
...
Hadi artık, sıkıldım ben..
Molalar çok uzadı..
Fırsatı değerlendirip, dolma için asma yaprağı toplamaca..
Dolmalardan istiyoruz..
Haydi Yalı'ya..
Yalı'ya gelme planımız yoktu, bu yüzden yüzülecek denizi seyretmekle yetiniyoruz.
Önünde poz verip..
Tüh keşke mayolarımızı alsaydık diyoruz.
Yüzmeden de serinlenir diyenler var.
Füsun ve Hatice
Emincomun enerjisi bitmiyor.
Hey maşallah..!
Dizim dizim dizilip..
Annelerimize mesajımızı sunuyoruz.
Benim Annem .. Güzel Annem ..
Herkesten önce gelip, ilk tostu ben söylüyorum Mıstık Kafe'de.
Yine de 15 dk bekliyorum.
Olsun, o tost için beklenir.
Tavsiye ederim.
Yarım ekmeğe sucuk-kaşar-domates karışık tost 5 tl.
Tostun bir kısmını da siyah mıncırıkla paylaşıyorum.
Turkuaz tişörtlerimizle Balıkçı'nın önünde bir poz.
Fotoroman oyuncusu gibi olduk yine.
Bu son fotoğraftan sonra Bodrum'un içine çil yavrusu gibi dağılıyoruz.
Birkaç arkadaşla da..
Kahve içmeden ayrılamıyoruz.
Önümüzdeki Gökova turu için planlar yapıp, yudumluyoruz kahvelerimizi.
Sevgi,
Saygı,
Yerde de
Yaygı.
Şiiriyle sonlandırayım bu günkü yazımı.
…
..
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder