Yağmur yağdı bitti.
Dün yağdı biliyorsunuz.
Bu gün yine yağışlı olur diye bekledik ama olmadı.
Olmayınca da çalışmak yerine gezip tozma daha ağır bastı tabi.
Oysa bu gün herkesin iş yapma günüydü.
Öyle konuşulmuştu.
Olmadı.
Papatyalar her yerde patır patır patlıyor.
Milletin aklı da oralarda kalıyor.
Oralar dediğin de aslında heryerde var papatya ama papatya tarlası oralarda var sadece.
Oralara yine gidelim de papatyalara sırnaşalım yeniden, üzerinde uyuyalım, bisikletle ezelim, mıncıklayalım, yiyelim onları diyenler oldu.
Hem de tarih vererek, şu gün gidelim, çünkü benim sadece o günüm boş diyenler, bensiz gitmişsiniz aşkolsun, ben gelmeden bir daha gitmeyin oralara diyenler, ezmeyin papatyaları diyenler, bana da bir buket yapın akşama bisikletle çay bahçesine gideceğim, bana getirin diyenler bile oldu.
Ne papatyaymış be..!
Bu günün gezisine "Papatya Gezisi" adını verdik inadına.
Gelemeyenler çatlasın, ortalık yerinden patır patır patlasın diye.
Gelenler de papatya görüp başları göğe erecek sanıyorlar.
Neyse, biz papatyalarımızı, pardon bisikletlerimizi kamyonetimize yükledik.
Geldik Turgutreis'e.
Kamyonetimizi Yıldıray'ın dükkanının önüne bırakıp, Dadaşlar fırınından tahinli çöreğimizi alıp, çay içmek için sahile indik.
Çayları içip tahinliyi de götürdükten sonra, Turgutreis'ten bize katılan Erdal'la birlikte, Ayşe, Bahar, Fatih ve ben Gümüşlük yolunu tuttuk.
Biraz rüzgar var ama yağmur olmayacak gibi.
Fazladan içliklerimizi giydik içimize, dışlıklarla takviye ettik dışımızdan.
Artık rüzgar müzgar işlemez bize.
Bas pedala, git Mars'a.
Abartmayalım, hala dünyadayız.
Köpekler bizi yemeden Gümüşlük'e götürmeye çalışıyoruz bedenlerimizi.
İşte Gümüşlük.
Kurda kuşa, köpeğe Mars'lıya yem olmadan geldik.
Her zamanki çay bahçesine.
Ben denize yakın olup, Tavşan Adası'na bakan çay bahçesini severim ama nedense buraya dadandı bizim pisletçi takımı.
Grubumuza kaynak olanlar var.
İşte Mustafa Kemal, biz ona kısaca Atatürk deriz. ;)
Emin, ona da kısaca Emin diyoruz.
Emin'in arkadaşı uzun zamandır ilk kez bisiklete bindiğini söylüyor.
Yarasın diyoruz.
Adını hatırlayamıyarak çok ayıp ediyoruz ve ona da kısaca Haldun diyoruz.
Sonrasında öğreniyoruz ki Haluk'muş.
Haluk bey aramıza hoş geldiniz efems..
Düzeyli ve entellektüel bir sohbet yapıyoruz diyeceğim ama olmaz, ben yalandan hiç hoşlanmam.
Düzeysiz değil elbette ama havadan sudan, bisikletten, havadan sudan, yine bisikletten, sonra yine havadan sudan ve papatyalardan bahsediyoruz.
Türk kahvesi içip, Anamur muzu yiyoruz.
Eski arkadaşlar bunlar ve sanırım birbirlerini pek seviyorlar.
Benim izlenimim bu.
Hep beraber Turgutreis'e pedallamaya başladık.
Yolda bu ağacı görüp acı bir frenle duruyorum.
Fatih neredeyse bisikletime plaka oluyordu.
Ağaç çok ilginç çünkü üzerinde hem limon hem de portakal var.
Çok avantajlı yahu.
Hem limonata yaparsın, hem votka portakal.
Mustafa Kemal, Emin ve Haldun(!) bizim arabamızın Turgutreis'te olduğunu ve Gümüşlük'e geri dönmeyeceğimizi öğrenince su koyveriyorlar ve geri dönmeye karar veriyorlar.
Onları bu seferlik affediyoruz.
Bir daha yapmayın çocuklar..!
Her geçişimde gözüm takılıyor, aklım kalıyor.
Bu iki eski cipi bir gün yürüteceğim buradan.
Kullansalar canım yanmaz.
Bir zamanlar Bodrum'un simgesiydi bunlar.
Bahçe kapısı da açık her zaman.
Evet evet, bir gün yürüteceğim onları.
Ne aç gözlüyüm ama bir tanesi yeter oysaki.
Bu da bir marangozun duvarı.
Böyle işler yapıyorsa açlıktan ölür bu.
Kadıkalesi sarnıcı.
Tepesinde kukuleta olan tek sarnıç, benim gördüğüm.
Bahar'ın eskiden oturduğu eve uğramadan geçemiyoruz.
Madem çok seviyordun, neden çıktın be kızım…!
Yahu, bari kuzuları kurban etmeyin.
Bırakın biraz hayat görsünler, kırlarda koşup melesinler, papatya yesinler filan yani..!
Bu günün papatyası benim.
Yerse.
Bu eski evler hakkında düşündüklerimi söylemiştim ama yineliyorum.
Bu evleri yakında mumla arayacağız.
Birileri koruma altına alsa iyi olur.
Lütfen.
Arkada gelincik önde papatya.
Turgutreis'te gün batmaya yüz tutmuş.
Oysa bizim enerjimiz bitmedi daha.
Ama Gümüşlük'ten Turgutreis'e pedalladık ya hemen birşeyler yemek zorundayız.
Fatih; "Buranın en meşhur lokantası neresi?" diye soruyor Erdal'a.
Turgutreis muhtarı Erdal' da bir kaç yer sayıyor.
En meşhuruna gidiyoruz.
Ana Oğul Lokantası
Biz oradaydık pozumuzu verip hesabı istiyoruz.
Paramızın yetmemesi yüzünden Erdal'ı rehin bırakıp gidiyoruz.
Bankadan para çekip borcumuzu ödeyip Erdal'ımızı geri alıyoruz.
Bu kötü olayı unutmak için Akyarlar'a doğru gidip gün batımına şahit olalım diyoruz.
Gün batımının şahane ışığında Reis efendinin huzurunda fotoğraflar çekiyoruz.
Biz de heykel oluyoruz adeta.
Gün batımı bizimle alay ediyor.
Gün boyunca güneşi saklayan bulutlar 10-15 dakikalığına güneşi göstererek, dalgalarını geçiyorlar bizimle.
Biz de bu fırsatı değerlendirip, güneşi gelinciğe yansıtıyoruz.
Heykele nispet yapıp,
.. ona meydan okuyoruz.
Yanına gidip boyumuzu ölçüp, onunla kıyaslıyoruz kendimizi.
Heykelin umurunda değil.
Tüm azametiyle zamana meydan okuyarak dikiliyor önümüzde.
Kendimizi küçücük hissediyoruz.
Adeta çocukluğumuza dönüp,
.. ergen olmayı umut ediyoruz yeniden.
Halimize gülüyoruz sonrasında da.
Hafif rüzgar, gün batımının renkleri ve Reis'in azameti bizi şaşkına çeviriyor.
Derken çomarın biri yanımızda bitiveriyor.
.. ve biz yeniden,
.. papatya ve gelincik oluyoruz.
BeBeK bile şaştı bu işe.
Papatya gezisine çıkıp, kendimiz papatya olduk.
Ne papatya, ne gün batımı, ne de sokaktaki köpecik bize kıçımızdaki sele kadar yakın olamaz.
Biz onunla bütünleşip, onunla bu güzelliklere ulaşabiliyoruz.
İyi ki varsın BeBeK.
Yıldıray bizi akşam kahvesi içmeye davet ediyor ama onu nazikçe geri çeviriyoruz.
Bodrum'a dönme zamanımız geldi.
Moto Karizma'da bir dahaki gelişimizde kahvemizi içmek üzere oradan ayrılıyoruz.
Eve dönüş…
…
..
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder