17 Eylül 2015 Perşembe

Çameli MTB Festivali

7 Eylül 2015
Pazartesi

Yaz işleri yavaşladı ve önümde 1 haftalık boşluk var.
Denizli'nin ilçesi Çameli'nde bir MTB festivali düzenleniyor, ona gitmek istiyorum.
Bodrum-Fethiye arasında sadece Fethiye Seyahat firması yolcu taşıyabiliyor.
Bu yüzden başka seçeneğim yok.
Fethiye Seyahat, 27 kişilik otobüslere sahip ve bagajları da 27 kişiye göre yapılmış.
Bisiklet taşımak yerine koca koca çuvalları ve kasaları taşımayı tercih ediyorlar.
Bisikletliye de ikinci sınıf müşteri muamelesi yapıyorlar.
Bisikletin tekerleklerini çıkarıp, sadece 1 bavul kadar yer kaplayacağını söylememe rağmen bisikletimi taşımayı kabul etmediler.
Şirkete bir şikayet mektubu yazacağım.
Bununla da kalmayıp gerekli mercilere durumu ileteceğim.

Bisikletimi taşıyacak bir araç bulamadığım için daha önce de pedalladığım bu yolu yine pedallayarak aşacağım.



7 Eylül sabahı, saat 07.45



Yolculuk başlıyor.



09.00
Güvercinlik girişinde ilk mola.
Su ve soda takviyesi.



Muğlaya 92 km var.
Oradan da Akyaka 30 km.
Toplamda 140 km pedallayacağım bugün.



Bir kırmızı araba geçerken korna çalıyor.
Tanıyorum bu şirin arabayı.



Bunlar BBK'dan arkadaşlarım.



Ayçe ve Mesut çifti.
Bana iyi yolculuklar ve kolaylıklar diliyorlar.
Ben de onlara iyi yolculuklar diliyorum.
Arabayla zaten kolay.



Sabah serinliğinde pedallamak çok rahat.



Tempo gayet iyi.



Yüküme ve kalın lastiklerime rağmen iki buçuk saatte Milas'a varıyorum.
10.36



Ören' mi?
Kafamda deli sorular.



Bildiğin yol, en kısa yoldur demişler.
Rotamdan sapmam.



İşte Boğa yokuşu başladı.



Tırmanmaya başladıktan 5 dk sonra su içmek için matarama uzanıyorum ama yerinde olmadığını görüyorum.
Milas'ta mola verdiğim yerde unutmuş olmalıyım.
Çaresiz geri döneceğim.



Bu hata bana 30 dk kaybettiriyor.



Olsun, artık suyum var.



Saat 11.30 oldu ve güneş tepemde.
Boğa yokuşunda 20 dk sonra bir durakladığımda yanımda bir araba duruyor.
Yine BBK'dan bir arkadaş; Memo.
"Ben de Fethiye'ye gidiyorum. Atla seni de götüreyim." diyor.
Bir an düşünüyorum ama ondan sadece 1 elma alıp teklifini geri çeviriyorum.
Dönen dönsün, ben dönmem yolumdan.



O yoluna devam ederken, "Ne yaptım ben?" diye düşünüyorum.



15 dakikada bir mola verir oldum.
Güneşle savaşıyorum.
Elma burada tüketilir.



Bir sonraki molayı 30 dk sonra almışım.
Ağaç gölgesi işe yarıyor.



Boğa yokuşu bitecek ama ben de biteceğim sanırım.
10 dk mola vermişim.



Son moladan 15 dk sonra Boğa yokuşu bitiyor.
Ben bitmedim ama.



İlk köyün içine girip, geçen sefer mola verdiğim yerde duruyorum yine.



Bu asma altı çok iyi geldi bana.
Bir de yöre insanlarıyla sohbet cabası.
Mola 20 dk.
Saat 13.20



Yatağan'a ulaşmak zor oldu gerçekten.
15.05



Su ve soda takviyesinden sonra bir de çay molası.



Muğla'ya 10 km kaldı.
Güneş beni yenemedi.



Bundan sonrası daha kolay olacak artık.



İşte Muğla girişi.
17.40
Pedalla Bisiklet, Serkan Taşdelen'e çayı demle geliyorum diye mesaj atmıştım ama telefon edip başka zamana erteliyorum bu buluşmayı çünkü çok zaman kaybettim.



Bütün gün sıcakla savaşırken tek derdim su içmek ve soda ile mineral takviyesi yapmaktı.
Bu yüzden yemek yemeyi resmen unuttum.
Muğla'dan sonra gücümün tükenmesiyle hatırladım hiç yemek yemediğimi.
Bulduğum ilk marketten çikolatalı bisküvi ile kendime geldim.
İşte Sakar inişindeyim.
Yol bitti, sıra 10 km.lik iniş eğlencesinde.



Akyaka girişine kadar adrenalin patlaması yaşıyorum.
Yüzümden anlaşılıyor.



Tam üstteki fotoğrafı çekerken Kerim geçiyor.
Akşamki yaşgünü için pasta almaya gidiyorlarmış.



Akyaka'da Kerim'de kalacağım yine.
O gelene kadar her zamanki gibi balık ekmek ziyafeti yapıyorum.



Geçen sene, Azmakbaşı'nda teknede idi Gülbeyaz, bu yıl dükkan açmışlar.



Yemeğim bittikten bir süre sonra Kerim geliyor ve birlikte eve gidiyoruz.
Duşumu alıp uzanıyorum ve bir daha kalkamıyorum sabaha kadar.



===================================================


8 Eylül 2015
Salı
Akyaka

Güzel bir kahvaltıdan sonra yola çıkıyorum.
Kerim' de bana bir süre eşlik edecek.


Güzel bir yol bisikleti var.
En hafifinden.



Akyaka'nın güzelliklerine veda edip.



Sabah serinliğinin keyfiyle yola çıkıyorum.




Okaliptus ağaçlı yoldan geçip..



Köyceğiz'e doğru pedallıyoruz.



"Rüzgar tünelime gel reis." diyor Kerim.



Kısa süre sonra da sıkılıp, basıyor pedallara.



Tekrar geri dönüp, "Sen bu hızla zor varırsın Fethiye'ye." dediğini duymadım sanıyor.
Bir süre sonra Akyaka'ya geri dönüyor.
Birlikte 1 saat pedalladık, yeter.



Kerim'den ayrıldıktan 35 dk sonra, Köyceğiz'e 14 km kaldı.



Orman içinden yol geçirirsen.



Olacağı budur.



Yaban keçisi mi kaldı?



Toparlar köyünden geçerken, yaz portakalı suyu içmeden olmaz.
2 kocaman bardak 5 tl.



Tarkan'a uğramadan Köyceğiz'den geçilmez.



Bizikletimin her yerini gözden geçirip, hassas ayarlar yapıyor.
Muğla'nın en iyi bisikletçisidir kendisi.
Beni 3 saat tutuyor, "Güneş etkisini kaybetsin, daha rahat sürersin, Fethiye ne kadarlık yol ki?" diye.
Birlikte yemek yiyip sohbetler ediyoruz.



Tarkan Bisiklet'te 3 saatlik moladan sonra yeniden yola çıkıyorum.



45 dk sonra yokuşun en can alıcı yerinde bu vaha ile karşılaşıyorum.
Buz gibi bir duş.



Göcek tünelinden geçmeme izin vermediler.
Ben de tırmandım dağ yolunu.



Kısa molada telefonlara cevap verdim.
Ayrıldığım yerden Kerim, varacağım yerden Erkin aramışlar merak edip.
Canım arkadaşlarım.
İyi ki varsınız.



"Yanıklar Yangın Gözetim Merkezi" yazıyor.
Fetiye'den önceki son yokuşun zirvesi.



Fethiye'deki canım arkadaşlarım Erkin-Belkıs çifti ve Nevgül'le akşam keyfi.



==================================================


9 Eylül 2015
Çarşamba
Fethiye

Bu gün boş gün, yani pedallamak yok.


Erkin dostum bana bahçede kahvaltı hazırlamış.



Bir de sevgili bulmuş.



Sonra'da Çalış sahilinde çay içmeler.



Fethiye'de gezinmeler.



Abuk şeylerin fotoğraflarını çekmeler.



Belkıs'ın iş yerinde kahve içip arkadaşlarıma veda ediyorum şimdilik.



Çameli ilçesine gitmek için otogarda festivalden arkadaşlarla buluşacağız.



Fethiye Seyahat'in almadığı bisikleti Çameli Seyahat bu şekilde alıyor.
Bagajla uğraşmaya gerek yokmuş.



Çadırım da hazır.
Hoş bulduk Çameli.


===============================================


10 Eylül 2015
Perşembe
Çameli

Bu gün, Çameli MTB Festivali'nin 1. günü.


Sabahın ilk ışıkları çadırıma düşerken uyanıyorum.



Benim gibi erken uyanan başkaları da var.



Uyanamayanlar da..



Kamp yeri henüz hareketsizken..



Kamp alanının minik köpeği Badem ile kısa bir sabah yürüyüşü yapıyoruz.
Çok sıkılmış kısa zinciri ile bağlı olmaktan, pek sevindi bu gezintiye.



Kısa zincirine biraz ek yapıp hareket alanını genişletiyorum.
Teşekkür bakışı.



Sonra da biraz serbest bırakıp, sevdiği otları bulmasını sağlıyorum.



Kampta gördüğüm en ilginç bisiklet.
Karbon kadroyu İzmir Bornova'da bir firma topluyormuş.



Bu festivali şehitlerimizin anısına adıyoruz.



Kahvaltı sırası.



Parmağımın tadına bakan kuçu.



Şehitlerimizin anısına 1 dakikalık saygı duruşunda bulunup, tur hakkında bilgiler aldık.



.. ve tur başlar.



Önce asfalttan bir süre yol alıp..



Başka bir yola saptık.



İlk yokuşta su molası verirken gelenleri görüntülüyorum.



Çok fazla yokuş tırmanacağımızı söylemişlerdi, doğruymuş.



Güneş etkisini gösterirken..



Bulduğumuz ilk gölgeye sığınıyoruz.



Çevremizde köy yaşamı sürüyor.



En yakın pınar buraya bir kaç yüz metredeymiş.



Buradan sola..



Daha da dik bir yokuşla toprak yollara bağlanıyoruz.



Pınarı bulduk ama daha da önemlisi bir havuz bulduk.



Önce Alp, ardından bir kişi daha buz gibi suya atlayınca..



Ben de dayanamayıp soyunuyorum.



Yanımızda mayo yok..



Petli tayt filan dinlemeden..



Bırakıyorum sıcaktan pişmiş bedenimi serin suya..



Serin mi dedim?
Buz gibi buz.



Çıkmak için yardım ister gibi yapınca..



Ümit uzatıyor elini.
Ümit'in bir bacağı çocuk felci geçirdiği için işlevsiz ama sol bacağı ile sürdüğü bisikletine yetişmek ne mümkün.
Tüm çabalarıma rağmen Ümit'i havuza çekemiyorum.



Daha sonra yardıma gelenler de tuzağıma düşmüyorlar ama bir çok kişi atlıyor bu soğuk havuza.



Bu kadar serinleme yeter.



Herkes çok mutlu.



Alp, havuzu terketmeye pek gönüllü değil.



Bazı mantıksız dik yokuşları yürüyerek aşıyoruz.



Bizim çıkamadığımız bu yokuşları pedallayan çok iyi sürücüler de var aramızda.
Onlar zaten önden gittiler.



İşte o mantıksız yokuşlardan birini daha pedallayarak aşan bir bisikletçi.
Helal olsun.



Bu orman yolu muhteşemdi.



Hem zemin olarak hem de yüksek ağaçların gölgeleriyle bezenmiş bu yola hayran kaldık.



Her zaman zorlu olacak değil ya..
Burası da evimizin arka bahçesi gibi düz.
Bu, biraz kilolu arkadaşla da tur boyunca çekiştik.
O da iyi pedalcı.


Küçük bir toplanma molası.



Bu moladan sonra, yemek için toplanacağımız yere kadar sürekli iniş olacakmış.
İzin alıp önden ben pedallıyorum.
Yolda beni sollayan gözü kara pedalcılar oldu tabiki.



Hemen arkamdan Mehmet Ali ve Alp geliyorlar.



Öğle yemeği molası.



Ümit, Alp, M.Ali ve ben bu molada uzun sohbet ederek yakınlaştık.
Daha sonraki zamanlarda dörtlümüzün adını "Daltonlar" koyduk ve festival boyunca çoğu zaman birlikte pedalladık.



Bu da daha sonra aramıza katılan "Kuzen Dalton" Ahsen.



Yokuşlardaki gölge molalarında sohbetlerimiz sürdü.



Sohbetlerimize yolda karşılaştığımız köylüler de katıldı.
Bu orman yolları açılmadan önce ulaşım çok zorluymuş buralarda.



Muhteşem doğada çok mutluyum.



İfademden belli mi?

Önden önden pedalladım burada.
Arkadaşlarım gecikince merak ettim.
Daha sonra öğrendim ki, Ümit'in lastiği patlamış.
Onarıp yetiştiler bana.
Kocaman gölgesi olan bir pınarbaşı ağacının altında, buralarda pek bulunmayan çimlerin üzerine üzerimi çıkarmış uzanırken, pınara doğru yürüyen iki köylü kızı ve ardından bir arabada iki adam geldi. Belli ki beraberler.
Köylü kızlardan yaşça büyük olan, "Merhaba, çay içmek ister misiniz?" diye sorunca, yerimden fırlayıp, "O nasıl soru? Elbette isteriz." diye zıpladım.
Cevabımı duyan köylü kızı şaşırıp, "Öyle mi? Az önce geçen arkadaşlara da sordum, onlar istemediler."
"Çay teklifi geri çevrilir mi yahu? Bayılırız." dedim.
Kız heyecanlandı, birden aceleyle pınardan suyunu içip, "Şu ilerideki beyaz ev bizim, ben hemen gidip çayı demliyorum öyleyse." deyip, hep birden arabaya binip hızla uzaklaştılar.



Biz eve vardığımızda çay hazırlanmaya başlanmıştı bile.



Hem de ne çay.



Diğer kızlara, "Ne yapıyorsunuz siz bakim?" diye sordum, evin önüne kurdukları tente gölgeliğin altındaki mutfak tezgahında.
"Kavun karpuz hazırlıyoruz." dediler gülüşerek.



Kalabalık bir aile, ana, baba, 4 kız, bir 16 yaşında oğlan ve bir de amca.



Çaydan önce, kavun, karpuz, elma, lokum, bisküvi, ve çekirdekle donanmış bir yer sofrası hazırladılar biz 5 bisikletçi için.



Neşe içinde kurulduk yer sofrasına.
Sohbet gırla.
Bize eşlik eden jandarma ve ekip araçları gelip, "Hadi en son siz kaldınız, devam edelim artık, öndekiler arayı açtılar." demeseler kalkacağımız yok.
Herşey için teşekkür edip ayrılıyoruz bu sevimli ailenin yanından.
"Her zaman bekleriz." dediler, sanki arasak bir daha bu yaylayı bulabilirmişiz gibi.



İnişte, bu kazı alanına uğruyoruz.





Daha sonra uğradığımız son köyde Eden pastanesini buluyoruz ve meşhur dondurma ve baklavalarının tadına bakıyoruz.



Çay bahçesinde bulduğum bir kuçu ile küçük oynaşmalar.



Güzel kuçuya elveda demeler..



Ardından kamp alanına dönmek için bisikletlerimizi araçlara yükleyip Çameli'ne dönüyoruz.


==================================


11 Eylül 2015
Cuma

Festivalin 2. günü.



Çadırımı yeni arkadaşlarımın yanına taşıdım geceden.
Festivalin 2. gününe birlikte uyanıyoruz.



Bu günkü tur hakkında açıklamalar yapılıyor.



Kamp alanından biraz geç çıktım.
Şimdi ekibi yakalama zamanı.
Önce keçileri yakalıyorum.



Ardından bizimkileri buluyorum.



Hem güzel fotoğraflar almak, hem de bizim takımı bulmak adına ön tarafa pedallıyorum.



Yokuşlarda nasılsa yavaşlanıyor.
Ön tarafa yaklaşmak daha kolay.



Yokuşun zirvesinde bir trafik kazası.
Bizim yüzümüzden olmuş olabilir.
Eskort araçlar, biz rahat geçebilelim diye bazen trafiği durduruyorlar.
Bu kaza da o sırada olmuş olabilir, çünkü bir arkadan çarpma vakası anladığım kadarıyla.



İşte bizim Daltonlar'ı yakaladım.



Neden Daltonlar ismini aldığımızı şimdi anlamışsınızdır.
Joe Dalton (Ümit), Wiiliam Dalton (Alp), Jack Dalton (Ben, Nezih), Avarel Dalton (Mehmet Ali)



Elma ağacı görünce durmamak olmaz.



Biraz geride, hem iniş hem de virajda böyle bir bozuk satıh olunca kaza da kaçınılmaz olmuş.
Hızlı gelen bir arkadaş kayıp düşüyor.
Neyseki bir hasar yok.



Elma ağacının karşısındaki arazide bir de armut ağacı buluyor Ümit, "Arkadaşlar gelin ama iyilerini bana bırakın." diyor.


Elmalı köyünde bir toplanma, aynı zamanda çay molası.



Festival boyunca, Çameli çevresinde, birçok yayla, köy ve beldeden geçtik.
Elmalı' da onlardan biri.



Çameli ve çevresi.




Geride kalan arkadaşları beklerken.



Moladan 5 dk sonra esas mola yerine geliyoruz.


Burada neden mola verdiğimiz hemen anlaşılıyor.



Suya ilk giren ben oldum, ardından şamata başladı zaten.



Çay ve keyif zamanı.



Derede serinlemenin hemen ardından dik yokuşlara tırmanıyoruz.
11.57



12.05
Öğle yemeği saati yaklaşıyor ama yoldaki incirlerin tadına bakmadan geçilmez.



Bu arkadaşımız da büyük düşünmüş ve kendi Migros'un açmış hem de Şirketler Grubu olarak.
Kötü olaylar olmuş ve "Yıktım ben de." diyor.
Ayrıntıya girmiyorum, beni ilgilendirmez.

Buradan sonra pedallayamadığımız daha da dik yokuşlar tırmanıyoruz.
Köylü' de şikayetçi; "Bu yolları yapmadılar, biz de köy olarak oy vermeye gitmeyeceğiz." diyorlar.



Evinin henüz tamamlanmamış alt katını bize yemekhane olarak tahsis eden ev sahibi aynı zamanda nefis bir ayran da sunuyor bizlere.



Tur boyunca sabah kahvaltıları ve öğle yemekleri tur organizasyonu tarafından ücretsiz olarak sunuldu bizlere.
Zaten bu festivale katılım da ücretsiz.
Bu, Türkiye'de bir ilk.



Bu çaydanlık nereden geldi hiç haberim yok ama fıstıklı helvalardan 2 şer 3 er yedik valla.



Bu ilginç ama serin mekanda 1 saat yemek molası veriyoruz.



Hemen ardından yine tırmanışlar başlıyor
14.03



Dik yokuşlara itirazımız yok ama sıcak bizi uğraştırıyor.



Yine de müthiş bir doğada olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.






Dün olduğu gibi bu gün de turun ikinci bölümünde 2 ayrı rota var.
Dileyen kolay parkurdan, dileyen de zor parkurdan devam edecek.



Biz zoru tercih edenler bu gün daha azız.
Toplam 15 kişi.



Zor parkurların bir güzelliği var.
Sürpriz ikramlarla karşılaşıyoruz.



Ayrıca doğanın derinliklerinde, herkesin ulaşamayacağı güzelliklere de ulaşıyoruz.



Zor parkurlar her aracın girebileceği gibi değil ama yine de bize 2 araç eşlik ediyor.



Tehlikeli yerlerden geçiyoruz, o yüzden birbirimize yakın sürüyoruz.



Bu, çok dik ve oynak zeminli inişte toplanan grubun önünden ilk ben girdim.
En zorlu inişimdi şimdiye dek yaşadığım.
Büyük tecrübe benim için.



Ardımdan arkadaşlarım da peşpeşe geldiler durduğum yol ayrımına.



Sonrasından yine birlikte yola devam ettik.


=======================================

12 Eylül 2015
Cumartesi

Festivalin 3. günü
İlk 2 gün 60 kişiydik ama bu gün de katılanlar oldu.
Her iki günde de öğleye kadar tüm grup birlikte pedallayıp, öğle yemeğinden sonra iki ayrı rotada pedalladık.
Ben her iki günde de zor parkuru seçtim.
Bu gün herkes aynı rotayı pedallayacak.



Bu sabah yine herkesten sonra çıkıp 3-4 km sonra grubu yakalıyorum.



Daha ilk yokuşlarda arkada kalanlarla önden gidenlerin arası açılıyor.



Bizim Daltonlar ekibi gölge bir yer bulup beni beklemişler.



Alp, M.Ali ve Ümit; üçü de kıyak çocuklar.



Pedallamaktan fotoğraf çekmeye pek zaman kalmıyor ama arada bir kameraya poz vermeyi de ihmal etmiyoruz.



Yine dik çıkışların bir zirvesinde, buz gibi suyu olan bir pınar başında geride kalanları beklemek için mola veriyoruz.



Bu arada dalından üzümler toplayıp enerji depoluyoruz.


Keçiler otlamakta..



Ben de fotoromana devam ediyorum.
Traktörü bile kaskla sürerim.
Başıma bir şey gelmesin.



Grubun ihtiyar delikanlıları.
Hepsi de süper pedalcı.



Keçilerin karnı doydu sanırım.
Belki de su içmeye gidiyorlar.



Yonca tarlası hayvanlara yem için biçiliyor.



Yonca tarlasının yanından elma ganimetimizi almadan geçmiyoruz.
Herkes bize birşeyler ikram etme yarışında.



Bu gölgede biraz dinlenip geçenleri izlerken...



Daha da dikleşen yokuşu çıkmak için kalp atışlarımı yavaşlatıyorum.



Çıkmakla bitmiyor bu yokuşlar.



Arada bir karşımıza çıkan inişlerin, daha da dik yokuşlara gebe olduğunu öğrendik artık.



Bu fotoğrafın sol üst köşesine bakarsanız nereden geldiğimizi görebilirsiniz.



Pınarın hemen üzerine yapılmış bu gölgelikten 500m önce yokuşta enerjisi bitenleri taşıdı araçlar.
Gideceğimiz yer, karşıdaki tepenin solundaki yeşil zirvenin arkasındaki yayla.



İşte bu yolun sonunda o yaylaya varacağız ve öğle yemeğini orada yiyeceğiz.



Çok zorlu parkurlarda yorulduk ama muhteşem yerler gördük.



Ümit, yemeğini yemiş, yine maymunluk peşinde.
İnanılmaz bir enerjiye sahip.
Çok yaşa sen Ümit.



1 saatlik yemek molasında dinlenmece.



Tabiki bol sohbet.



Her ağaç altında bir başka sohbet ortamı var.



...



Yemek molası bitti ama keyif bitmedi.
Az ilerideki evin sahibi bize çay hazırlamış.
Şimdi de o davete katılacağız.



1700 lerde olmamıza rağmen öğle güneşinde durmak mümkün değil.



Gölgede çay keyfi.
Burada festivalin en genç ve en yaşlı bisikletçisini seçiyoruz.
Biri 17, diğeri 73 yaşında.



Yola eğilmiş bir ağaç.
Altından geçen hacı oluyor.



Bol bol lastik patlaması yaşandı ama çok az bisiklet arızası oldu.
O arızalardan biri de bizim Mehmet Ali'nin 3 aylık bisikletine denk geldi.
Ön maşanın havası boşalıverdi.
Şanssızlık işte.



Ben de bir lastik patlaması yaşıyorum burada.
Yedek lastiğimin sibopu kısa olduğu için yama yaparak yola devam ediyorum.
Yardımcı olan arkadaşlara teşekkürler.
Ha, benim de pompam bozuldu bu arada.



Geçtiğimiz yollar.



Yine bir pınarbaşında çardak altı dinlenmesi.



Bu da çardağın en altı efems.



Önümüzde bizi bekleyen şahane bir iniş var.



Pikap kullanan arkadaş bu sefer motosiklet tepesinde.
Bir yokuş sonunda bana bakarak, "Yorulan olursa pikapta yerimiz var, taşıyabiliriz." demişti.
Ben de, "Neden bana bakarak söylüyorsun bunu?" diye çıkışmıştım şaka yollu.
Sonrasında her gözgöze gelişimize bunu hatırlayıp gülüştük.
Bu güşlüşme de onlardan biri.



Yine ıslanma zamanı.



Güneş artık çekildiği için ben, burada ıslatmıyorum kendimi.



Herkes durup soluklanırken,



Suyun içinde çocuklar gibi şenken ben pedallamaya devam ediyorum.



Domates tarlasındaki hasatı görünce anında durup..



Ganimeti kapıyorum.
"İstediğin kadar alabilirsin." deseler de bana 1 tane yetiyor.
Bu yörenin halkı hala eski günlerde yaşıyor.
Ne mutlu.



...



Güneş ufka yaklaşırken yine gölgemiz uzuyor.
Hava kararmaya başladığı için kamp alanına araçlarla dönüyoruz.



Otobüs şöförünün oğlu.
Herkesin bir yolu var.


======================================

13 Eylül 2015
Pazar

Festivalin dördüncü ve son günü.



Bu gün 85 km lik Çameli-Fethiye etabını yapacağız.
Yaklaşık 20 km sonra başlayan ve 20 km süren asfalt çıkışları araçlarla geçeceğiz.
Hem araç trafiği yoğunluğu, hem emniyet şeritsiz tehlikeli yollar olduğu için, hem de 6 gün üstüste çok yorucu geçtiğinden ben de araçla geçeceğim o bölümü.
Sadece 15-20 kişi pedallayacak.
Aklım kalmadı değil hani.



Öğle yemeği molasında pedallayanlar ve tembeller buluşuyor.



Yemeklerimizi yerken..



Son sohbetlerimizi de yapıyoruz.



Bu arada Fethiye bisikletçilerinden bir arkadaşım daha oldu.
Ümit Kocabaş, umarım yakında yeniden pedallarız.



Fethiye'ye kadar 40-45 km yolumuz var.
%85 i iniş.
Topluca gitmeye çalışacağız.



Arada küçük bir çıkışımız da yok değil.



Son mola yerinde yeni arkadaşlarla.



Geride kalanları beklerken..



Turda tanıdığım bu arkadaş Amerika'dan.
1.5 senedir burada yaşıyor ve çalışıyor.
Şahane Türkçe öğrenmiş.
Herkes onunla İngilizce konuşurken o, hemen hepsine Türkçe cevap veriyor.
Tebrik ediyorum.
Matheu(Matt)/ Mete.



Son molamızı da bitirdik.



Hadi bakalım, "Yayladan Fethiye"...



Fethiye girişinde toplandık.



Polis eskortu eşliğinde, toplu giriş yapacağız.



Öyle de yaptık.



Son durağımız.



Son fotoğrafımız.



Can Bisiklet'te turda biten ön fren balatamı değiştiriyorum.
Can Bisiklet'e çok teşekkürler.

Festivalde tanıştığım bir çok arkadaşla vedalaşamadan ayrıldık.
Lütfen beni Facebook hesabımdan ekleyin.
İletişimimiz devam etsin.

======================================

14 Eylül 2015
Pazartesi
Fethiye

Festival bitti ama benim turlar bitmedi.
Bu gece yine Fethiye'de arkadaşlarımda kalıp, yarın Bodrum'a gideceğim.



Fethiye'ye gelip, Ölüdeniz'de yüzmeden olmaz.



O zaman ver elini Ölüdeniz.
Bisiklet için en zor saati seçtim yine; 12.00



Bu yokuşu ilk kez bisikletle çıkıyorum.
Gerçekten de çok dik bir yokuşmuş.



Küçük bir molada yine bir pınar buluyorum.
Elimi yüzümü yıkayıp, enerjimi tazeliyorum.



45 dakikada tırmandım.



Kaç km bilmiyorum.



Heryer kartpostal gibi.



İşte Ölüdeniz.
Süper bir iniş var.
Bu süper inişin bir de süper çıkışı olacak.



İşte en sevdiğim deniz.



3 saatlik bir deniz-güneş sefasından sonra dönüş.



Bu güzellikleri bırakıpta dönmek istemiyor insan ama..



Bu kadar keyif yeter.



Çıkış gerçekten zor.
Dinazorların gölgesinde bir mola vermek iyi gelir.



10 dk yeter.



Çalış'a doğru pedallayıp.



Arkadaşlarımı beklerken günün bitimini limonlu çayla yapıyorum.



Muhteşem bir tatil yaptım.



Bu günü de böyle noktalıyoruz.



Çalış'ta gün batımı.



.. ve gün batımı kuçusu.



Sevgili dostlarım Belkıs ve Erkin akşam yemeği hazırlığındalar.

Beni her seferinde mükemmel ağırlayan can dostlarıma sevgim ve saygım sonsuz.

=====================================


15 Eylül 2015
Salı

Bodrum'a dönüş.


Bodrum'dan Fethiye'ye gelirken Fethiye Seyahat bisikletimi almadığı için pedallamak zorunda kalmıştım.
Çünkü Bodrum'dan Fethiye'ye başka firma yolcu taşıyamaz diye bir kanunları var.
Bir gün önce Fethiye bürosunda konuştuğum yetkili; "08.30 ve 11.30 seferlerinden birine seni alırız, o otobüsler diğerlerinden büyük." demişti.
Ben de 11.30 servisi için otogar geldim bisikletimle.



İşte bu arabaya benim bisikletimi yine almadılar.
Bir ara almayı düşündüler, onda da şöför bagaj ücreti isterim diye tutturdu.
Fotoğrafta, solda ayakta duran zatı muhterem.
Fırsatçılığın bu kadarına pes diyorum.
Hem bisiklet sığmaz bu bagaja diyor, hem de "Ben sığdırırım. Ön tekeri, seleyi hatta arka tekeri de sökerim gerekirse ama sığdırırım." dediğimde de yine yokuşa sürerek bagaj ücreti talebinde bulunuyor.
Bu ne biçim bir insanlıktır?
Ne oldu bizim yardım severliğimize?
Ne oldu "insan" olmaya?
Nasıl bu kadar kötü yürekli olunabilir ki?

Çaresiz, Kamil Koç'tan yardım istiyorum.
"Fethiye Seyahat'in reddettiği bir müşteriyi siz alabilirsiniz."
"Yasak, bilet kesemeyiz." diyorlar.
"Fetiye'den geriye doğru pedallayayım, sizin alabileceğiniz yerde bekleyeyim, bana Antalya-Bodrum bileti kesin." diyorum, gözleri parlıyor yetkilinin.
Alt tarafı 40 değil de 60 tl alacak.
Yuh!
Fethiye Seyahat yetkilisi konuşmayı görünce yanımıza geliyor; "Bu arkadaş 2 gündür burada sürünüyor (Yok ya?), bir çözüm bulalım bu duruma. Bizim arabalara sığmıyor bu bisiklet, siz alabilirsiniz." (Kafalar çalışmaya başladı. Yoksa insanlık mı devreye girdi?)
Kamil Koç yetkilisi bu duruma inanamıyor. O kişi yanımızdan uzaklaşınca; "Abi bunlar bize silah bile çektiler zamanında. Muğla ilçesi sınırlarında yolcu almamız yasak."
Tamam da ben neyim yahu? Sen alma, öbürü "Bize yasak" desin..
Bu mu adalet? Bu mu çözümünüz?
Hiç beyni ve yüreği yok mu bu insanların?

Saat 11.30 seferiyle gitmeyi planlarken ancak 18.00 deki Kamil Koç otobüsüne binebiliyorum.
40 değil de 50 tl isteyince benden, "Neden 10 tl fark alıyorsun?" diye soruyorum.
"Abi, bu otobüs. Onlar minibüs. 5-10 tl için mi konuşuyorsun? Pişman etme insanı, senin için şöförü ikna etmeye çalıştım o kadar." diye cevap veriyor.
Bir daha da tek kelime etmiyorum.
İçimden kurduğum cümleler bende kalsın.



Bisikleti, otobüsün bagajına ben yerleştirdim.
İşte kapladığı yer bu kadar.


Herkese sevgilerimi sunuyorum.

Bisiklet dünyanın en harika aracıdır.

 ======== S O N ========












2 yorum:

Unknown dedi ki...

Kıskandıran, muhteşem bir yolculuk. Sıkıntılar da medeniyete uzaklığımızın ifadesi...

yusufyasemin dedi ki...

Kaleminize sağlık güzel ve sade bir anlatım olmuş. .