19 Ekim 2013 Cumartesi

La Tour Dö La Çamlık.

Saat 09:00 da kalk, küçük kahvaltını yap, 09:25 te yola çık.
Programım buydu ve 5 dk gecikmeyle yola çıktım.

Şahane bir havada Yokuşbaşı'nı tırmanırken biri seslendi; Tayfun'un lastiği iniyormuş geri dönüp tamirciye uğraması gerekmiş.
Bendeki pompa onun lastiğine uymadığı için başka çaresi yoktu.


Buluşma yerinde yeni tanışmalar.


Ayşe, uzun süre sonra yeniden bisikleti ile yolda olmanın mutluluğunu yaşıyor.


Ayten'in zinciri atıyor ve Emrah tamir ediyor.


O sırada da Tayfun bize yetişiyor.
İyi bir depar atmış anlaşılan.


İlk taş ocağına geliyoruz.


Başka yerde yokmuş gibi gelip ormanlarımızda taş çıkarıyorlar ve onları mahvediyorlar.


Çıkardıkları taşların altında kalmalarını diliyorum.


Son kalan ormanlarımızı bu gözünü para bürümüş insanların mahfetmesine dayanamıyorum.


İğrenç sistemi kullanan AKP yönetimi bu talandan sonuna kadar yararlanıyordur.


Çilek kavşağında ilk mola.


10 dk mola yeter.


Biraz yokuş tırmanıyoruz.
Biliyorum, yorucu ama yorulmadan spor olmaz.


Ayrıca, ben yorulmuyorum. :)


Yorulursan yürürsün, ne olacak..


"Hoş geldiniz, Meneş Çukuru"


Az önce yürüyen Ayşe bir anda canlanmış.


Yokuşlar neredeyse bitmek üzere.



İşte geldik bile.
Hiç öyle korkulacak bir yol değil.


Bu amca kahveci. 84 yaşında ve 30 yıldan beri kahvecilik yapıyor.
Bu soba da 3 kamyon jantından yapılma.


Kahve molası uzun sürecek gibi.
Ben fotoğraf çekmeye gidiyorum.



Fazla uzaklaşmadan beni çağırıyorlar.
Kahveci, bir kase kendi ürettiği baldan ikram etmiş.
Bu köylüleri çok seviyorum ben. Cömert insanlar.


Yeniden fotoğraf turuma devam ediyorum ve beyaz devemi buluyorum.


Geçen Çamlık gezimde fazla samimi olamamıştım ama bu sefer sevdiriyor kendini.
Bir deveyi öpmek için eğileceğim hiç aklıma gelmezdi. :)


Haşmetli bir zeytin ağacı.



İlginç bir camisi var bu köyün.


Güzel bile diyebilirim.


Aynı bahçede köyün ilkokulu.



Caminin kapısındaki tabela.


Caminin içi.


Bu caminin müdavimleri Türk değil galiba.


1957 


Caminin arkasındaki evin bahçesinde keçiler.


Bir de buzağı, ayağı yemek kabında ama o bunu umursamıyor görünüyor.


Bu tabelanın değişme zamanı gelmiş.


Biraz ileride bu vahşi köpek dikkatimi çekiyor.



Bahçe kapısında dikkat edilmesi gerektiğini söyleyen bir tabela.
Sanırım bunu köpek parçalamış.



Kısacık zincirle bağlı olan bu vahşi köpeğe yaklaşınca bana doğru hamle yapıyor.


İnce bir zincirle bağlı olduğu için çekinerek yaklaşıyorum.


Elimi uzatsam koparır mı acaba?


Koparmazmış.



Ev sahibi deniz kenarında olmak istiyor sanırım.
Oldukça küçük bir sandal yapmış bahçesine.


Kahvenin (aynı zamanda bakkal) arka bahçesinde ekmek yapmak için ocak yakılmış.


Eski yaylı yatak, yaz günlerinde bu gölgelikte işe yarıyordu sanırım.


Kahvedeki sohbet bitecek gibi değil.


Ayşe'ye deveden söz edince sohbet bitiveriyor.


Deve sevmek sevaptır. :)


Herşeyin fotoğrafını çekmek artık geleneksel oldu.


Ayten' de cesaretini toplayıp bu kocaman şeye yaklaşıyor.


Sonunda o da deve okşayanlar sınıfına dahil olmanın sevincini yaşıyor.


Bu güzel deve mart ayında doğum yapacak ve biz yeniden gelip onun yavrularını da sevip, fotoğraflarını çekeceğiz.


En yakın zamanda yeniden gelmek üzere bu sıcak kanlı insanların köyü Çamlık'tan ayrılıyoruz.


Orman yollarında yorulmak, dinlenmek gibi.


Satılık arazi tabelası köylünün atış poligonu olmuş.


Tayfun bu bozuk yollarda ince tekerlekli bisikletiyle iyi dayandı.




Sarnıç molamızda bu sefer iç mekan görüntüleri alıyorum.


Tayfun, bu sarnıçların hayvanların su ihtiyacı için olduğunu söylüyor.


Bir gezinin daha sonunda mutluluk çığlıkları atarak poz veriyoruz.



Bodrum'a inince Ercü'yü arıyorum.
"Ali Cengiz kafedeyim, gel." diyor.


Güzel teklif, kaçırmam.


Muhabbetimiz şahane.


Bu it kendini sevdirmek için her türlü şaklabanlığı yapıyor.


Oysa buna gerek yok, biz zaten onu mıncıklamak için deliriyoruz.


Bu da yan masadan misafir "Ada".


Mutlu gezilerde buluşmak üzere.

Hiç yorum yok: