-"Aa, neden?
-"Bir cinayet yüzünden."
Böyle bir konuşmaya, saat 05:00 de şahit oldum.
Şöyle başlamış olabilirdi konuşma;
13-14 yaşlarındaki doğulu çocuk, elindeki lazer ışıklı feneri, kah kaldırımda, kah Campanella barın duvarında yansıtırken, 40 yaşlarındaki doğulu görünen adam;"Diskoda mı sandın kendini?" der.
Babasına ya da köyden ayrıldığından beri görmediği amcasına benzettiği kişinin yanına otururken "Naber abi?" der çocuk, lazer ışınlı fenerini uzaktan gelen kızlara doğru ışınlarken.
...
"Hayatımın o dönemindeki yıllarımı hiç hatırlamak istemem. Zaten, anlat desen de anlatacak gücü bulamam bu saatte." der adam,
Çocuk; "Aa, neden?" der hayretle ama laser ışınını da gelen kızların bacaklarına tutmayı da ihmal etmez..
Adam, ışığı takip ederek; "Cinayet yüzünden." diye mırıldanır.
Çocuk, ışıkla oynamayı bırakır ve şaşkın bir ifadeyle (Yazar burada "dehşet" sözcüğünü kullanmak istemez, oysa çocuk dehşet içinde bakar adama). Bu dikkatli bakışla birlikte adam artık ne babasına ne de köydeki amcasına benzememektedir. Benzese benzese kendinden 10 yaş büyük ağabeyine benziyordur çünkü 5 yıl, 4 ay 17 gündür mapus damlarındadır. Adamın aslında 30 yaşlarında olduğu ve hapis yattığı yılların onu bu kadar yaşlı görünmesine sebep olduğunu düşünür çocuk.
O bunları düşünürken adam da dalıp gitmiş ve sokağın o saatte bile süren Bodrum'a has curcunası kafalarını bulandırmıştır.
Çocuğun gözlerinden süzülüveren iki damla yaşı farkeden adam, dalgınlığından kurtulup, "Ne oldu len? Diskoda ağlanır mı?" deyip çocuğun kirli ve bakımsız saçlarını hoyratça karıştırır. Başını okşamakla hırpalamak arası bu hareketle çocuk kendine gelir. "Ne ağlaması be?" derken, aynı hoyratlıkla yüzünü, şeklini değiştirmek gibi fener olmayan boş eline sürter.
Diskoda ağlanmaz mı?
Ağlanır elbet.
Bodrum'un diskodan farkı olmayan, her duvarından ayrı bir müzik yansıyan sokaklarında ne ağlayanlar gördüm ben. Hem de 10 dakika önce güle oynaya gittiği yönden geriye dönerken. Hem de zırlaya zırlaya ağlayan kızlar, hatta ne kendinden emin, 'dünyayı ben yarattım' havalı delikanlılar.
"Hızma", Ahmet'in takı dükkanı.
Her çarşıya indiğimde, her akşam yürüyüşünde, çoğu geceler yanına uğrar, o dükkandaki müşterileri ile ilgilenirken ben de sokağı izlerim bir yandan dükkan dışındaki takılarla ilgilenen alıcılara yardımcı olmaya çalışırken. Daha geç saatlerde, müşteri yoğunluğu azalınca dükkanın önünde tavla oynarız sohbetimize meze olsun diye.
Bu dükkan önü benim insanları izleme alanımdır. Kimi zaman fotoğraf çeker, kimi zaman da sadece izlerim. O kadar yoğun bir insan trafiği vardır ki başım döner yorgun düşerim izlemekten.
Bir resm-i geçit gibidir çoğu zaman. İnsanlar, yaşananlar, onların aralarındaki diyaloglar kimi şarkı sözlerime şiir olur, kimi kahkalarla gülünecek hikayeler.
Oturup, karakalemle resmetmek isterim çoğu zaman ama sokak o kadar hızlıdır ki 1 dk öncesini unutturur sana.
Sol taraftan Kule Bar'ın "Whole Lotta Love" ına , sağ taraftan türkü barın "Angaranın Bağları" karışır.
Herkesin Bodrum'la ilgili bir/birçok hikayesi vardır ama Bodrum'u kışın yaşamayan bilmez buranın değerini. Kışın yaşananlar yazdan çok farklıdır. Tüm yaz boyunca burada yaşayanların ya çok işi vardır ya da çok misafiri. Bu yüzden çoğu arkadaşlıklar yaz bitince daha sıkılaşır. Yaz sezonu bitip de işler ve misafirler azalınca, birbirimizi yeniden daha sık görür ve daha sıkılaşırız.
Bodrum sokakları da değişir. Sokak derken, "barlar sokağı"ndan söz etmiyorum. Ara sokaklardır Bodrum'un gerçek sokakları. Mesela bizim sokakta bu tüm gün boyunca davul zurna sesleri inletti ortalığı. Düğün var çünkü. Gece yarısına 1 saatten az kalmasına rağmen davulcu ve zurnacı hala ilk saatlerdeki kadar canlı çalıyorlar 9/8lik ritimlerini.
Kimi zaman da kuranlar, mevlütler okunur ölülerin ardından. Öyle evlerde değil, tüm sokağa hoparlörlerle yayın yaparak. Tüm sokak sakinleri ya düğünün ya da cenazenin havasına girmek zorundalardır. Düşünsene, tüm gün davul zurna ile oyun havaları çalarken sen evinde namaz kılabilir ya da kitap okuyabilir misin? Ya da sokakta avaz avaz kuran okunurken sen evde sevişebilir misin?
Böyle zamanlarda düğün ve cenazeler belirler sokağın sakinlerinin ne yapacağını!
Çocuk; "Aa, neden?" der hayretle ama laser ışınını da gelen kızların bacaklarına tutmayı da ihmal etmez..
Adam, ışığı takip ederek; "Cinayet yüzünden." diye mırıldanır.
Çocuk, ışıkla oynamayı bırakır ve şaşkın bir ifadeyle (Yazar burada "dehşet" sözcüğünü kullanmak istemez, oysa çocuk dehşet içinde bakar adama). Bu dikkatli bakışla birlikte adam artık ne babasına ne de köydeki amcasına benzememektedir. Benzese benzese kendinden 10 yaş büyük ağabeyine benziyordur çünkü 5 yıl, 4 ay 17 gündür mapus damlarındadır. Adamın aslında 30 yaşlarında olduğu ve hapis yattığı yılların onu bu kadar yaşlı görünmesine sebep olduğunu düşünür çocuk.
O bunları düşünürken adam da dalıp gitmiş ve sokağın o saatte bile süren Bodrum'a has curcunası kafalarını bulandırmıştır.
Çocuğun gözlerinden süzülüveren iki damla yaşı farkeden adam, dalgınlığından kurtulup, "Ne oldu len? Diskoda ağlanır mı?" deyip çocuğun kirli ve bakımsız saçlarını hoyratça karıştırır. Başını okşamakla hırpalamak arası bu hareketle çocuk kendine gelir. "Ne ağlaması be?" derken, aynı hoyratlıkla yüzünü, şeklini değiştirmek gibi fener olmayan boş eline sürter.
Diskoda ağlanmaz mı?
Ağlanır elbet.
Bodrum'un diskodan farkı olmayan, her duvarından ayrı bir müzik yansıyan sokaklarında ne ağlayanlar gördüm ben. Hem de 10 dakika önce güle oynaya gittiği yönden geriye dönerken. Hem de zırlaya zırlaya ağlayan kızlar, hatta ne kendinden emin, 'dünyayı ben yarattım' havalı delikanlılar.
"Hızma", Ahmet'in takı dükkanı.
Her çarşıya indiğimde, her akşam yürüyüşünde, çoğu geceler yanına uğrar, o dükkandaki müşterileri ile ilgilenirken ben de sokağı izlerim bir yandan dükkan dışındaki takılarla ilgilenen alıcılara yardımcı olmaya çalışırken. Daha geç saatlerde, müşteri yoğunluğu azalınca dükkanın önünde tavla oynarız sohbetimize meze olsun diye.
Bu dükkan önü benim insanları izleme alanımdır. Kimi zaman fotoğraf çeker, kimi zaman da sadece izlerim. O kadar yoğun bir insan trafiği vardır ki başım döner yorgun düşerim izlemekten.
Bir resm-i geçit gibidir çoğu zaman. İnsanlar, yaşananlar, onların aralarındaki diyaloglar kimi şarkı sözlerime şiir olur, kimi kahkalarla gülünecek hikayeler.
Oturup, karakalemle resmetmek isterim çoğu zaman ama sokak o kadar hızlıdır ki 1 dk öncesini unutturur sana.
Sol taraftan Kule Bar'ın "Whole Lotta Love" ına , sağ taraftan türkü barın "Angaranın Bağları" karışır.
Herkesin Bodrum'la ilgili bir/birçok hikayesi vardır ama Bodrum'u kışın yaşamayan bilmez buranın değerini. Kışın yaşananlar yazdan çok farklıdır. Tüm yaz boyunca burada yaşayanların ya çok işi vardır ya da çok misafiri. Bu yüzden çoğu arkadaşlıklar yaz bitince daha sıkılaşır. Yaz sezonu bitip de işler ve misafirler azalınca, birbirimizi yeniden daha sık görür ve daha sıkılaşırız.
Bodrum sokakları da değişir. Sokak derken, "barlar sokağı"ndan söz etmiyorum. Ara sokaklardır Bodrum'un gerçek sokakları. Mesela bizim sokakta bu tüm gün boyunca davul zurna sesleri inletti ortalığı. Düğün var çünkü. Gece yarısına 1 saatten az kalmasına rağmen davulcu ve zurnacı hala ilk saatlerdeki kadar canlı çalıyorlar 9/8lik ritimlerini.
Kimi zaman da kuranlar, mevlütler okunur ölülerin ardından. Öyle evlerde değil, tüm sokağa hoparlörlerle yayın yaparak. Tüm sokak sakinleri ya düğünün ya da cenazenin havasına girmek zorundalardır. Düşünsene, tüm gün davul zurna ile oyun havaları çalarken sen evinde namaz kılabilir ya da kitap okuyabilir misin? Ya da sokakta avaz avaz kuran okunurken sen evde sevişebilir misin?
Böyle zamanlarda düğün ve cenazeler belirler sokağın sakinlerinin ne yapacağını!
Anneannem Selanik'ten göçmüş. İzmir vapuru diye yanlışlıkla İzmit vapuruna binmişler.
Ben de böylece İzmit'li olmuşum ama göçmen ruhunun yaşadığı bu kasabadan kopamadım bir türlü.
Yazları müzisyen olarak gelirken, sonunda buranın yerlisi oldum.
Aslında kimse buranın yerlisi gibi değil artık. Benim gibi dışarıdan gelip buraya yerleşenler kendi kültürlerini de getirdikleri için Bodrum' da diğer "altına hücum" kasabaları gibi tüm şirinliğini kaybetmiş durumda.
Bodrum'lu da artık Bodrum'lu olmaktan çıktı. Gözleri dolardan başka bir şey görmüyor.
O şirin Ege'li, yeni zengin, sonradan görme oldu malesef. Paralı insanın değerli sayıldığı günümüz insanı örneği olup çıktı. Aralarında hala eski şirin Bodrum'lu halini bozmamış tatlı tanıdıklarım var elbette. Hepsini de aynı kefeye koymuyorum elbet.
Midyeci, kebapçı, inşaat işçisi, kuyumcu, AVM ci, mobilyacı, animatör, orkestracı, otelci, ... vb ler yokken Bodrum, Bodrum' du.
Şimdi ise mandalina bahçesi, çam ormanı, henüz otel yapılmamış birkaç koyu ile Bodrum doğasını yaşatmaya çalışıyor insanlara rağmen. Ben de bisikletimle, doğa yürüyüşlerimle bu güzelliklere ulaşmaya çalışıyorum.
...
Akşam saat 20:30
Tansaş'tan birkaç alışveriş, taş fırından bir kepekli, bir de normal ekmek alıp evin yolunu tutuyorum.
Biraz ileride boyu benim yarım kadar, belki çocukluğunda geçirdiği bir felçten, belki de raşitizm benzeri bir hastalık yüzünden eğri büğrü bacaklarıyla bir mobiletin yanında durmuş onu çalıştırmaya gayret ediyor.
Bisiklet gibi, pedalına basarak çalıştırılan bu alet, böyle biri için gerçekten çok zor.
Ayağını, yanında durduğu mobiletin pedalına, bacağının gücüyle kaldıramadığı için eliyle ayağını kaldırıp pedalın üzerine koyuyor ve onu ayağıyla çevirmeye çalışıyor.
Ben yanına yaklaşana kadar ilk denemesi başarısız oldu. Belki ben onu görmeden önce de birkaç kere denemişti. Yanına yaklaşmaya başladığımda, benim gördüğüm ikinci denemesine başlarken, "İstersen yardım edeyim." desem mi demesim mi? diye düşünürken, tam ben yanına geldiğimde motor çalıştı ve sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi başarısını benimle paylaşan bir bakış fırlattı gözlerime.
Sıradan bir merhaba selamı yaptım başımla, hafifçe gülümsedik sanki birbirimize.
Hayatından memnun, motosikletine binip uzaklaştı görüş alanımın dışında.
Kendimize neleri dert edip, hayatımızın ne kadar zor olduğunu düşünerek ne kadar haksızlık ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder