27 Şubat 2014 Perşembe

Bahar dediler, bahtı..!

Önceleri bisiklete bindiremezdik.
Bizim zorumuzla bisiklet aldı.
"Almışken iyisini alırım ben" deyip bir süre oyalandıktan sonra, gerçekten iyi bir bisiklet alıp geldi İstanbul'dan.
İlk aldığı gün çarşıda 15 dk dolaştı onunla, sonra yeniden motosikletine dönüp onunla bir kaza yapınca 2,5 ay uzak kaldı sahalardan.
Kırılan kemikleri kaynar kaynamaz bisikleti ile güzel havaların keyfini çıkarmaya başladı.
Önceleri her geziden sonra kırık yerlerden ağrılar hissetti ama her gezide 15-20 dk daha fazla bisiklet sürerek kendini geliştirip ağrılarından kurtulmayı bildi.
Bu devamlılık onda bağımlılık haline geldi sonunda.
Bisiklet sürmeden duramaz, her güneşli havayı fırsat bilip hepimizi gaza getirir oldu.
Sonunda BBK Bodrum Bisiklet Kulübü'nda ilk gezi etkinliğini düzenledi.

Mehmet Fatih Demirhan'dan söz ediyorum.
Bu günkü gezi onun organizasyonu.
"Papatyalar açarken"


Bu şımarık fotoğraf şunu diyor; "Bu gün hangi bisikletle geziye katılsam acaba?"


Tabi ki artık Türker'in bisikletini değil BeBeK'imi kullanıyorum.


Arkadaşlarının yanında yerini aldı.


Bunlar da benim arkadaşlarım; Bahar, Fatih, Ayşe.
Fatih'in kamyoneti "Öküz Abi" ye doluştuk ve Mumcular yolunu tuttuk.


Önümüzdeki arabayı değil, içindeki bisikleti görüyor gözlerimiz.
Bizim için araba sadece bisikletimizi taşıma aracıdır bundan sonra.


Güvercinlik'ten Mumcular yoluna girer girmez yol kenarlarındaki papatyalar selamlıyor bizi.


Sazköy sapağına dalıyoruz ve ilk papatya tarlası önünde duruyoruz.


Hemen tetiğe basıp papatyalara ateş açıyorum.


Bir iki tane de vuruyorum.


Fatih' se Red Kit moodunda.


Hale kızlara torba hediye ediyor.
Papatyaları onlara mı dolduracaklar?


Fatih, ağzında papatya, Öküz Abi ve bisikletlerimiz.


Hep beraber. Çantalarımız da pek şık yahu.


Burası bisiklet sürmek için uygun değil.


Fatih bizi daha çok papatyanın olduğu başka bir tarlaya götürüyor.


İşte buraya.


Ağustos ayında denize atlar gibi dalıyoruz papatya tarlasına.


Başta ne yapacağımız bilmez bir biçimde sağa sola koşturuyoruz.


Hale ne yapacağını buldu.


Buket yapacak.


Bahar tac yapmayı planlıyor.
2 papatyayı yanyana getirip birinin sapını diğerine dolattırarak yapılıyormuş.
Bu "dolattırarak" lafı Hale'den çıktı.
İlerleyen zamanda Hale'nin dil konusunda  başka tecrübelerini de göreceğiz.


Papatya tarlasında ne yapılır sendromu.


Fatih tripod getirmiş.
"Bugün bu papatya işini bitireceğim" diyor.


Bahar tac konusunda ilerleme kaydediyor.
Dolattırma işi iyi gidiyor anlaşılan.

Sessiz durduğumuz zaman bir uğultu duyuyoruz.
Arıların uğultusu.
Papatyalardan bal topluyorlar.
Hiç birimizi arı sokmadı yine de.


Bu da bacağıma konan minik çekirge.
Onlar da papatyalardan besleniyorlar.


Burada oldukça geniş bir yaşam var.


Hale buketini büyütmüş.


Herkes çocuğa bağlamış durumda.


Ayşe' de büyük makinesini getirmiş ve makrolarını çekip duru.


Bahar'ın tacı tamamlanmak üzere.


Bahar parmağını çekirgenin yanına koyuyor.
Ne kadar küçük olduklarını anlayalım diye.


Daha da küçüğü gelip konuveriyor.


Bir de Hale'nin kolunda var.


Hale'de papatyayla kıyaslıyor çekirgeyi.


Bir sürüler ve benden çok hoşlandılar.


Böcekler ve arılar Hale'nin umurunda değil.


Çekirgeler de bal yapar mı acaba?


Fatih makro avında.


Herkesin bir işi var.
Hale buket yapıyor, Emin onu fotoğraflıyor, Bahar tac yapıyor, Ayşe makro çekiyor.


Ben de kafama göre takılıyorum işte.


O çiçek bu çiçek..


Biraz kendim, biraz tarla..


Gelincikler, papatyalar..


Dikenli teller..


Genel açı.


Arı bakışı gelincik.


Çekirge gözünden dikenli tel.


Tavşan gözünden tarla sınırı.


Benim gözümden tarla sınırı.


Çiçeklerin gözünden şuralar.


Kuş bakışı çitler.


Bir başka açıdan sınırlar.


.. ve sınırlar.


Papatyaya doyduk.
Tac yaptık.


Buket yaptık.
Çantalara doldurduğumuz papatyalarla da tatlı yapıp dondurma ile servis ederek yemeyi düşünüyoruz.
Yersen..


Mumcular'da çay molası.


Ardından pedallama zamanı.


Bugün Fatih'in bulduğu değişik yolları keşfedeceğiz.


İlk önce Pınarlıbelen'deki, okaliptus ağacı gölgesindeki kahveye gideceğiz.


Hava şahane.


Tarlalarda yaşam çok hareketli.
Her yerde çalışan köylüler var.


Biraz rüzgar esiyor bazen.


Papatya tarlamıza geri döndük.


Kalan papatyaları bisikletlerimizle ezip yok edebilir miyiz?


Tabi ki yok olmazlar.


Bir hesap yaptık..


Bisikletlerimizle 1 hafta boyunca hiç durmadan sürekli bu tarlada dolaşırsak %10unu ancak ezebiliyoruz.


Bizse 10 dk dolaştık burada.


Bazı arkadaşlarımız papatyalar için üzülmüşler de onun için yaptım bu açıklamayı.


Kıskançlıktan başka bir şey değil bana sorarsan.


Kedi uzanamadığı papatyayı korumaya çalışırmış.


Biz kelebeğiz kelebek.


Papatyalar üzerinde uçarız ancak.


Değil mi kızlar?


Kelebekler ve papatyalar.
Nasıl da yakışıyorlar birbirlerine.


Gel Emincom, toplu foto zamanı. 


Yerin ben böyle papatyayı bee.. !


Bu kadar şımarmak yeter.


Artık pedallayıp,


Bacak kaslarımıza kan gönderme zamanı.


Hafif esintili,


Mis kokulu,


Bol güneşli,


Şahane bir gün bu gün.


Yürüyelim arkadaşlar.
Yani pedallayalım demek istemiştim..!


Yine terk edilmiş evler.


Madem terk edecektiniz niye zahmet edip yaptınız bunları yahu?


Çok kızıyorum çok.


O evleri bulamayan ne çok evsiz var bir düşünsenize.


Tarlaların arasındaki yollara dalıyoruz.


Hiç hesapta yoktu bu yollar.


Ben o evlerin fotoğraflarını çekmek için bu ara yola girince,


.. duramadım,


.. bizimkiler de peşimden geldiler.


İyi de oldu çünkü inanılmaz güzel toprak yollar bunlar.



Herkes hoşlandı bundan.


Asfalt yollardan kurtulduk yaşasın.


Hiç araba yok.


Bundan daha güzel ne olabilir?


Bu yazıda size bu kapılardan sunacağım.
Bu en basit olanı, tek sopalık kapı.


Ekili alanlara girmeden tarlaların  arasındaki yolları takip ediyoruz Pınarlıbelen'e doğru.


Arada durup fotoğraflar çekiyoruz elbette.


Yol ayrımlarında her kafadan bir ses çıkıyor ama son sözü Fatih söylüyor bu gün.


Bir kapı daha.


Bizimkiler durmuş bir şeye bakıyorlar.


Önce şunu fotoğraflayayım sonra onlara dönerim.


Mutlu inekler görmüşler.
Bir kapı daha.


Arada, papatyaların ekilmemiş alanlarda boy vermesine şahit oluyoruz.
Çok saygılı papatyalar bunlar.


Güzellik.
"Ters ışıkta yüzünü göremiyorum, yüzünü bu tarafa dön bakayım." dedim.
Döndü.


İşte Hale'nin dil konusundaki üstün tecrübelerinden yararlandığımız bir durum daha.


Uzaktaki koyun ailesini meleyerek yanımıza çağırıyor.


Bir süre de onlarla konuşuyor.


Uzunca bir süre meleşerek sohbet ediyorlar.


Buraya Konya ovasından gelmişler.


Pınarlıbelen papatyalarının methini duyup buraya yerleşmeye karar vermişler.
"Konya'da kalmadı böyle yerler. Çok güzel doğanız var. Umarım burayı da bozmazlar."
demişler özet olarak.

Sağol Hale, "bir lisan, bir insan" diye boşuna dememişler.


Yağmur sonrası oluşan gölcükler çevreye hayat ve güzellik saçıyor.


Neşe ve mutluluk da aldıklarımız arasında.


Kattığı enerji ise inanılmaz.


Hale ve Emin gözlerini gökyüzüne dikmişler, uçmayı düşünüyor olabilirler mi?


Uçmuşsunuz siz abi yaa..!


Bahar dediler, bahtı bugün.


Herkes yatar duruma geçmeye meyilli.


Ne o? Yorulduk mu yoksa?


Ne yorulması yahu, ben bu fotoğrafı çekene kadar gözden kaybolmuşlar.


Bastım pedala, başka bir gölcük kıyısında yakaladım onları.


"Gel Fatih, bak burada ne var."


Su kaplumbağası.


Çoban, keçisi Melisa ve Emin derin sohbete dalmışlar 2 dakkada.


Keçi Melisa çok yakın insanlara.


"Gel Melisa."  diyorum..


Pat, yanımda. Elimi yalıyor.


Buranın insanı da keçisi, çekirgesi, ineği, kaplumbağası da içten ve yakın.


Karı koca çobanlık yapıp bu hayvanları otlatıyorlar çevrede.



Keçi, inek, koyun ne ararsan var.


Onları çok sevdik.


Çevrede daha da güzel yollar olduğunu söylüyorlar.


Biz de onları keşfe çıktık zaten.


Önce çay molası için Okaliptus ağacı gölgesindeki kahveye uğruyoruz.


Kahvenin içinden görüntüler.


Çayı da, kahvesi de tavsiye edilir.


Yine değişik bir soba.


Kıraathane özelliklerini hala taşıyan bir kahvehane.


Mudavimleri kitap okumak yerine okey oynamayı tercih ediyorlar.


Biz de kahve ve çaylarımızı yudumluyoruz.


2. kez yolumuza çıkan ve hoparlörleriyle RTE nin geleceğini ve miting alanına otobüslerin nereden kalkacağını anons eden minibüse 2inci kez "Hırsız vaaaar" diye bağırıyorum.
İçinde anons yapan bir kadın ve şöförden başka kimse yok.
Onlar da bana "Hakaret etme, ayıp." diyorlar.
Ben ve Emin' de yanlış kişilere hizmet ettiklerini, hırsızlar ve yolsuzların kölesi olmalarının ayıp olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Anladıklarını sanmam.
Koyunlar bile anladı, onlar anlamamaya devam ediyorlar.


Bu maymunlara kafayı takmak yerine çevredeki güzelliklere odaklanıyoruz yeniden.


Arka planda dışlanmış plastik sandalyeler, ön planda korumaya alınmış tahta sandalyeler.
Sevdim buranın sahiplerini,. 


Bina da, okaliptus ağacı da korunmuş.


Ağacın burası birinin kafasına çarpınca bu dalı kestirmek istemiş kahveciye.


Kesmemiş aslanım kahveci.
O salak, kafasını çarpmamayı öğrensin önce.


Pınarlıbelen
Güle Güle Good Bye
diyor bizlere.


Arkadaki yaşlı teyzeye "Oylar CHP ye" diye bağırıyorum.
O da, "Oylar Allaha" diye cevap veriyor.


Bir diğer teyze bize havlayan köpeğini sakinleştirmeye çalışıyor evinin balkonundan.


Biz köpeklerle iyi geçiniriz.
Bize en fazla havlarlar.


Havlayan köpek de ısırmaz bilirsiniz.


Köyün içinden orman yoluna giriyoruz.


GoogleEarth'den görmüş Fatih.


Köyün çevresinden dolanıyormuş bu yol.


Bu kızın poz verirken kafasını yana eğmesi nedir?


Yol olması şart değil.


Biz BBK'lı bisikletçileriz.


Yeri gelince MTB de yaparız.


Helal olsun kızlarımıza.


Sonunda benim istediğim gibi yollara daldık işte.


Deymeyin keyfime.


Sadece ben değil,


.. Fatih değil,


Herkes memnun bu durumdan.


Hale bile memnun.
O derece.


Hale, "Yokuş olmasın da ne olursa olsun. Burada çok eğlendim." diyor.


MTB lastiklerimiz çok işe yaradı.


Orman yollarından bağarası yollara geçtik.
Oradan da köylere ulaştık yeniden.


Doğaya en yakın turlarımızdan biri oldu bu.


Bitmesine üzüldük ama dönmek zorundayız.


Hala gözümüz yol kenarlarındaki papatyalarda.


Kahvenin okaliptus ağacından küçük bir hatıra da çantamı süslüyor.
Dur aklımdayken suya koyayım onu.


..

.


Hiç yorum yok: