Gökyüzünde kara bulutlar, yeryüzünde yağmurlar.
Fırtına savuruyor tepeden gelen yağmuru, suratına vuruyor.
Yağmurluk, şemsiye, saçak altı kar etmiyor.
Islanıyor, üşüyorsun.
Nasıl yani?
Bügun pedallamayacak mıyım?
Şöyle 1 saat dursa yağmur, güneş de aradan göz kırpsa Yalıçiftlik'e gidip geliverirdim.
Parmaklarım klavyede ama gözüm dışarda; Durdu mu?
Yok, bana öyle gelmiş.
Ben hazırım.
Şimdi durur, sonra durur, gece durur.
Gece mi?
Ne zamandır gece turu yapmadık ama bu havada gece turu olur mu?
…
Neden olmasın?
Her havada bisiklete binilir.
Yeter ki iste.
Karar ver.
Ona göre giyin, kuşan.
Sonrası kolay, pedala basacaksın.
Bir sağ, bir sol…
Gidon ne tarafa dönerse, yol nereye giderse..
Nereye gittiğinin, nasıl gittiğinin hiç bir önemi yok bisiklet üstünde.
Önemli olan, kıçının selede, gözünün yolda olması.
Ayakları da unutmayalım, her ikisi de pedallarda.
Dedim ya; Bir sağ, bir sol…
Aslında en önemlisi eller.
Çok sıkı yapışmayacaksın elciklere.
Gidon elinin altında, avucunun içinde oynayacak kimi zaman.
Kimi zamansa öyle bir yapışacaksın ki hayatın ona bağlıymış gibi.
Ki öyledir de..
Yokuş aşağı, hele de bozuk zeminli bir inişte, biraz da cesur davranıp hızlanmaya izin verdiysen..
İşte o zaman hayatın ellerindedir.
Bunu sonuna kadar hissedersin yolun bozukluğu, inişin dikliği ve hızınla orantılı olarak.
Riskler çok önemli rol oynar hayatımızda.
Aldığınız risk oranında güzelleşir hayatınız.
Kimi zaman düşmeyi göze alıp 2-3 basamaklı merdivenden inmek,
kimi zaman km limitlerimizin aştığı yollara çıkmak,
kimi zaman da yağmur fırtına demeden selenin üzerine oturuvermek.
Yağmur, şapırdan şıpıra geçmiş dışarıda.
Ha gayret, küçük bir güneş pırıltısında 5 dk içinde dışarıda olacağım.
Ama gökyüzü öyle demiyor.
"Daha birkaç saat evdesin NeO..!"
Bilemem gökyüzü, bir yere kadar hükmedebilirsin bana.
Gerisi benim deliliğimin derecesine ve risk alma kapasiteme bağlı.
"Hadi bakalım, el mi yaman, bey mi?"
Yapma yüce gökyüzü, ben seninle atışabilir miyim?
Sen herşeyin hakimisin, annem yan odadan;
"Deprem oldu sabahleyin, duydun mu?" dedi.
Al işte, dilersen kafamıza yıkarsın dünyayı, seninle aşık atmak değil niyetim.
Ben kendimle yarışırım ancak.
Kendi limitlerimi zorlayabilir, kendime karşı çıkabilirim.
Lütfen, küçük bir ara..!
...
Duydun mu?
Karanlık azaldı gibi geldi de bir an.
...
Yok, bulut yoğunluğu azalmış sadece.
…_…
Neyse, riskler ve sürüşle ilgili fikirlerime devam edelim.
Sürüş tarzı ve vucut biçimi gibi bir konu var mesela.
Vücudunuzun her kasını sürüşte kullanabilirsiniz.
Ayakta sürüş, aerodinamik sürüş, dolmuş şöförü sürüşü, dik iniş, dik çıkış .. vb.
Hepsinde vücudunuz şekli çok önemlidir.
Gidona abanarak, kafanızı yana eğip, dünyanın en eziyetli işini yapar gibi sürmek yapacağınız en son şey olmalı.
Görüyorum böyle sürenleri.
İçim sızlıyor, çok üzülüyorum onlar için.
Dik durun.
Vücudunuz tüm kaslarını hissetmeye çalışın.
Asla ve asla kendinizi bırakmayın.
Aslında vücudunuzun duruşunu; yolun eğimi ve hızınız belirler genel olarak.
İnerken kıçınızı selenin arkasına doğru,
çıkarken de vücudunuzu öne doğru vermelisiniz.
Bunun dışında, pedala ne kadar güçlü ve hızlı basıyorsanız, bacak kaslarınız dışındaki tüm kaslarınızı duyumsamaya çalışın.
Bu, size yorgunluğunuzu unutturup, tüm bedeninizi dinlemenizi,
her hissetiğiniz vücut bölgenizi o anki duruma göre en uygun şekle getirmenizi sağlayacaktır.
Unutmayın, dünyanın en güzel ve en yararlı sporlarından birini yapıyorsunuz.
Hangi kasınızı düşünürseniz onun çalıştığını fark edeceksiniz.
Düşünün olsun.
Bundan da anlıyoruz ki bu spordaki en önemli şey beyin.
Beyninizi kullanmayı ihmal etmeyin.
Bir de benim gördüğüm çok çirkin bir sürüş şekli var, belirtmeden geçemeyeceğim.
Dizlerinizi yana açmayın.
Bacaklarınız birbirine paralel olsun.
Sanırım yağmur durdu.
Görüşmek üzere.
…
..
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder