Ne olacak bu havaların hali ?
Bu diyalog, feysbukta saat 10:10 da başladı ve 1 saat sürdü.
Ben saat 10 da hazırdım, ama sonra üzerime bir rehavet çöktü ve evden 10 dk geç çıktım.
Fatih, hazırdı gittiğimde, benim bisikleti de bağlayıverdik.
Anladın sen..!
Kısa bir "Nerde kaldınız yahu." muhabbetinden sonra ver elini Çamlık.
Bu fotoğrafta dikkat edilecek nokta çanak antenin yeri.
Ormanın ortasında ne işi var demeyin, taş ocağı çalışanlarının kulübesi var sağ tarafta, oradan çekmiyordu sanırım, o yüzden buraya koymuşlar.
Şimdi başa dönelim.
Bizim gezilerin bir gelişme/ hazırlık safhası var ki yukarıda okuduğunuz feysbuk muhabbeti o önceki gelişmelerden sonra oluyor.
Hava tahminlerinin tersine, günlerdir süren güneşli güzel havalar yüzünden biz hep bisiklet tepesindeyiz.
Meteoroloji (yazması bile zor) tahminleri tutmuyor ve hava sürekli yağmurlu görünse de tam tersine bahar gibi oluyor.
Her güne yağmurla başlayacağız diye beklerken güneşli bir hava ile karşılaşınca "Hadi bisiklete binelim." diyen biri çıkıyor ve bu fikre balıklama atlayan 3-5 ya da 10 kişi çıkıyor.
İşte bugün de öyle oldu.
Öyle günlük güneşlik bir hava olmasa da yağmur yok en azından.
Bu da bizi, "Ne olacak bu havaların hali?" sorusundan Çamlık yoluna taşımaya yetti.
Çilek kavşağındayız.
İlk mola yeri burası.
Ama bu yön tabelalarının hali ne?
Nişangah olarak kullanmış birileri.
Yapmayın çocuklar. Hiç yakışıyor mu size?
Her molada, bir bisikletin önünde diz çöken Hacı yine görevde.
Tapıyor bu bisiklet denilen şeye.
Bilin bakalım bunlar kimin çorapları?
Üzerindekileri her molada çıkarıp sergi gibi yayan kim?
Bu da kim?
…
Pardon, bu bizim Fatih'miş.
Soru sormaya kaptırmışım kendimi..!
İkinci mola yerimiz.
Yine şaklabanlığım tuttu.
Hacı çekti bu fotoğrafı.
Ayşe' de slayt çalışmalarında..
Bu kadar şımarıklık yeter.
Çamlık bizi bekler.
Bu kadar naz etme yeter.
Hacı da şımardı.
İlle de "Bisikletimle sallanacağım." diye tutturdu.
"Yapma, bir daha geziye getirmem seni." diye tehdit etmek de bir işe yaramadı.
"Geçen gezide de eşekten düşmüştün, şimdi başına bir şey gelecek çocuum."
"Sen iyice şımardın, çabuk in oradan diyorum."
"Ceza olarak eve dönüyorsun. Hadi yallah."
Hacı'nın arkasından bakakalan çoban bey amca; "Çok sert davranıyorsun çocuğa, yazık değil mi yahu."
"Öyle diyorsun ama bak senin koyunla at bile uslu uslu otluyorlar."
Bu da çobanın köpeği.
Ben bize havlayıp, sürüsünü koruyacak derken..
O ayaklarımın dibine yatıp şebeklik yapıyor.
Ulan ben senin bu halini fotoğraflayıp feysbuka koymaz mıyım..
"Abi dur, yapma etme, ben ettim sen etme, elini ayağını öpeyim."
"Bi daha yaparsam ne olayım."
"Ne olayım?"
"Ya apla, söyleyin şuna koymasın benim şebelek fotoğraflarımı feysbuka. Lady görürse bir daha yüzüme bakmaz."
"Abey, sen iyi bi abiye benziyorsun. Sen bari bişey yap yahu."
"Anlaşıldı! Bak şuraya yazıyorum, bir daha buradan geçirirsem sizi, bana da Kocabaş demesinler."
Çamlık.
İlk kez keçi sürüsü gören Ayşe, onları fotoğraflayıp tarihin sayfaları arasında yerlerini almalarını sağlıyor.
Kahvehane ahalisi, gözlerinin önünde gelişen bu olayı hayretle izliyorlar.
Gelelim bu bahçeye.
Ali Baba'nın Çiftliği gibi.
Her cins hayvan var.
Keçi, koyun, tavuk, horoz, ördek, eşek, inek..
İllaki köpek.
Ama bu güzel köpecikler kafesin içinde çok mutsuzlar.
İşte bu çok üzücü.
Geçen gelişimde bu beyaz olan vardı sadece ve kısacık bir iple arkamdaki ağaca bağlanmıştı.
Sahibini uyarmıştım, biraz daha uzun bir ip kullansaydınız keşke diye ama onlar hep bağlı olmadığını, sık sık ava götürüldüğünü söylemişlerdi.
"Karışma patronun işine." diyor karakaçan.
Ben bu dünyayı anlamadım, anlayamadan da öbür tarafa gideceğim.
Umarım öbür taraf daha adaletlidir.
Öbür tarafta bisiklet var mıdır?
Neyse, şimdilik bu taraftayız.
Herşeyin bir sebebi vardır elbette.
Biz hepsini anlayamasak da.
Bu düşüncelerle sürüyorum bisikletimi yokuş yukarı.
Onlar ne düşünüyorlar kimbilir.
Bacaklarım ne düşünüyor?
Çiçekler ne düşünüyor?
Ya yollar?
Onlar da düşünür mü?
En azından ineklerin düşünmediğini tahmin ediyorum.
Yok canım, onlar da düşünüyordur.
"İlk kez böyle tren görüyorum." diye belki de.
Çobanlar da düşünüyorlar.
Bence bu keçi bile düşünüyor.
"Nikon' mu o?"
Ayşe' de aynı keçiyi fotoğraflarken; "Evet Nikon. Benimki de Nikon. Hatta benimkiyle su altında bile fotoğraf çekebilirsin. Ama sana vermem." diye konuşmaya çalışıyor onunla.
Fatih; "Düşünmemeye çalışıyorum. Sadece pedala basıp bu güzel doğanın kokusunu içime çekiyorum. Sen de öyle yap iyi gelir." diyor
Bense bu evin neden yaşanmadığını merak ediyorum.
Yaşanırki burada.
Buraya bir kafeterya (cafe) açsam mesela.
Kışın kafamı dinlerim.
Arada bisikletçiler gelir, onlara gözleme yaparım.
Sonunda Fatih beni bu sarnıçın içine hapsetti.
10 dk kalınca aklım başıma geldi; "Çıkarın beni burdaaaann. Tamam bir daha düşünmiceeem."
Ayşe gelip kurtarıyor beni Fatih'in elinden.
Bu kuş da hep tepemde.
…
Ne var?
Sonunda iniş başladı.
"Ne halin varsa gör." diyen Ayşe ve Fatih önden pedalladılar.
Ben de peşlerinden.
Fatih hala bana tuhaf bakıyor.
Neden acaba?
…
..
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder